Sayfalar

30 Ekim 2009 Cuma

Sicacik koynundan gecenin soguk yalnizligina birakmistin beni.
Ruzgarin puskulleri yuzumu siyirirken,
kule donmus ellerin ucup gitmekteydi ve
yalanci ve yorgun bir isik suzulmekte yolumu aydinlatir gibi.
Oysa ne yol aydinlik ne de gozlerin artik.
Hayat duz bir cizgiye donmus ve
uzerinde dogrulamayan bir de ben zil zurna, kor kutuk.
Zikzaglarimin arasindan damla damla bir seyler dokulmekteydi sanki.
Ellerimi uzatsam da tutamadim.
Sonra inanamadim.
Avuclarimin icine biraktigin o sevginle en masum halin damlalarin arasina karisiyor,
cozunuyordu adeta...
Sokak lambasi bile saygimi kazanmaya baslamisti o an,
yolum hala karanlik olsa da...
Bir yaprağı takip etmeye başladım. Yağmur beni bulsun diye yaşlı bir sokak lambasının son kalan fotonlarını da kendi haline bırakmış dans ettirdiği cılız bir ışık huzmesinin altına sokuldum. Fakat nafile, yağmur tanımadı beni bu gece. Rüzgara bıraktığım göz yaşlarımın ona katılmasını izleyerek avundum bu gece. Ben tamamen çıplak ve yapayalnızdım bu gece…

hayatının filmi..


Sönük ışıklarla donatılmış dar bir koridordan geçtikten sonra dev ekranın önündeki merdivenlere geldiler. Elindeki kağıda bakan adam, ardından başını kaldırıp etrafa biraz göz gezdirerek, emin adımlarla oturacakları koltuğa doğru yöneldi. Paltosunu çıkardığı kız arkadaşının oturmasını bekledi…
“Yerimizi beğendin mi?” diye sordu adam. Kadın, kirpiklerinin ardından süzülen mahçup bakışlarına eşlik eden hafif tebessümüyle cevap verdi: “Daha iyisi olamazdı herhalde!”
Yabancı bir filmdi izleyecekleri. Bilerek bu filmi ve bu sinemayı istemişti. İnandığı bir şey vardı: her ne olursa olsun, bir gün, tekrar yaşanabilmelidir bizi biz yapanlar. Yoksa pek bir anlam taşımaz. Bir anlık olsa bile... Bu yüzden değil miydi o güzel renklere doya doya bakmayı, o anı yaşamayı bir kenara bırakarak alel acele fotoğraf makinesine sarılması? O an’da kalmasın isterdi, her an’da olsun. Bu yüzden önce sessizdi sözleri. Önce yazdı, sonra söyledi. İstedi ki; O, yazısını her okuduğunda sesini de hatırlasın.
Hoş bir müzik salonu doldururken, O’nu farkettirmeden izleyebilmek için hafifçe uzaklaştırdığı bedeninin ateşler içinde yandığını anımsıyordu. Gözlerini, saçlarını, her bir bakışını, tek tek, sindire sindire, adeta her bir fotonu gözbebeklerinden tane tane, o güne kadar dokunduğu en değerli şey gibi, dikkatle süzerek retinasına, oradan sonsuza kadar saklayacağı kalbine akıtıyordu. Kaydediyordu her detayı, tadına vararak. Farkında olmadan gülümsedi. Heyecanını gizleyemedi. Etrafındakiler de umurunda değildi şimdi. Sahi, etrafında kim vardı ki? Sadece O…
Gittikçe yükselen müziğin sesiyle kalp atışlarını gizleyebildiğine sevinirken bir anda beklenmedik bir şey oldu. Seyirciler şaşkın şaşkın fısıldarken, elini göğüs kafesinin üzerine bastıran O’nu izlemeye devam etti. Akan yazılar altta değildi, çünkü hiçbiri bir alt yazı değildi. Her biri sessiz kalmaması gereken sözlerdi aslında, buna öyle emindi ki. Adam yerinden usulca kalkarak, o’nun elini tuttu ve çömeldi dizlerinin dibine. Gözgöze geldiler. Söylecekleri zaten yazıyordu, buluşmalarından birkaç saat önce buraya gelerek sinemanın sorumlusu tonton bir amcaya derdini anlatmış ve sevgilisine söylemek istediği sözleri, ona ilk dokunduğu, elini ilk tuttuğu bu salonda, bu kocaman ekranda, filmin en duygu dolu anında göstermesi için onu ikna edebilmişti. O an gelmişti işte, kocaman sözleri kızın kocaman gözlerinin önündeydi; ama her biri bir ses olup canlanacaktı şimdi. Gözlerinin, gözbebeklerinin tam içine bakarak, sanki ruhuna dokunmak istercesine, göz yaşlarını tutamayarak, sözlerine hayat verdi: “Benimle evlenir misin?”